Rahatı Kaçan Ağaç ve Ben

Adıyaman Gölbaşılı bir ailenin çocuğu olarak 1978 yılında Mersin’de doğdu. Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Felsefe bölümlerinde lisans; Ankara Hacıbayram Veli Üniversitesi Ortaçağ Tarihi alanında yüksek lisans öğrenimlerini tamamladı. Trabzon, Rize illerinde Gümrük Muhafaza Memurluğu görevinde bulundu, halen bu görevini Ankara'da sürdürüyor. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Işıklar, 1 kız çocuğu babasıdır.

2002 yılında üniversiteyi bitirdiğimde bir süre işsiz kalmıştım. Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesinin Harmanlı Köyü’nde annem, babam ve ben beraber yaşıyorduk. Altı kardeşin en küçüğüyüm ve diğer kardeşlerim iş güçlerini bulup, evlenip haneden ayrılmışlardı. İşsizliğin halet-i ruhiyesi zordur. Babaya yük olduğunu düşünürsün, kendi paranı kazanma güzelliğine hasretsindir, bir de üstüne bir süre sonra gelecek bursun geri ödeme stresi vardır.

İlk başlarda köyde işsiz bir şekilde vakit öldürüyordum. İşsiz dendiyse o kadar da değil tabii ki. Bağ bahçe işlerinde ufak dokunuşlarla da olsa babaya yardım etme, elde kalan elmaları pazarda satma, muhasebeci abime bazen yardım etme gibi günübirlik işler de olmuyor değildi.

Tarih 29 veyahut 30 Kasım 2002’yi gösterdiğinde rutin işlerden birini yapmak için kahvaltıdan sonra evden çıktım. Bu tarihlerde genel olarak doğayla olan işlere ara verilir.  Hasat toplanmış, satılmış, hatta sonra ki senenin ekinleri ekilmiş olur, doğa kendi içine kapandığından insanlar da yavaşlatılmış yaşamlarına yeniden döner.

Bu dönemlerim hayattan en keyif aldığım anlara denk düşer. Trafiği olmayan, sakin, işlerin, yürümenin, hatta konuşmanın bile ağır ilerlediği zamanlardır. Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmini anımsatır. Daha doğrusu o film, bu gerçekliği anlatır.

Evden, kahvehaneye gitmek için çıkmıştım. Adıyaman’a bağlı olduğundan bu tarihlerde bile havanın sıcak olduğunu zannedenler olabilir.  Çevresine göre yüksek bir rakımı olduğundan artık havalar köyde de soğumuştu. Köyde müdavimi olduğum kahveye girdiğimde her taraf duman altıydı. O tarihlerde kapalı yerde sigara içmek serbestti. En büyük zevklerimden biri Gölbaşı’ndan sabah vakitlerinde gelen gazeteyi okumaktı. Şayet gazete birilerinin elindeyse sıranı bekleyecektin, değil ise senden şanslısı yok. İşsiz adamdım, akşama kadar beklesem ne olacaktı ki? Öyle değil işte, işsizliğin içindeki işsizlik daha da sıkıcıdır.

Gazete için sıra bekledim mi beklemedim mi bilmiyorum, o güne dair hatırladığım tek şey, gazetenin içerideki sayfalarının birinin bir köşesinde Şair ve Yazar Melih Cevdet Anday’ın öldüğü haberiydi. Şiirle bugünkü kadar hemhal değildim ama şiiri yine de kendimi bildim bileli severim. Tabii ki şiiri sadece Necip Fazıl ile Nazım Hikmet arasına sıkıştırılmış bir alan sanan (daha doğrusu sandırılan) her Türk kadar seviyorduk.

GARİP AKIMI VE MELİH CEVDET ANDAY

30’lu yaşlarımdan sonra şiire orta halli bir takipçi olarak ilgi duymaya başladım. Melih Cevdet Anday’ın Türk şiirindeki yerini de bu dönemden sonra anladım. Türk şiirinde Rus edebiyatından etkilenerek serbest şiiri sokan ilk kişi Nazım Hikmet’tir ama bir akım olarak başlatan ise Garip Akımı veya Birinci Yeniciler de denilen ekiptir. Bu ekibin üç ayaklı sacının bir ayağı da Melih Cevdet Anday’dır. Diğer ikisiyse Orhan Veli ile Oktay Rıfat’tır.

Her ne kadar 50 ve 60’lardan sonraki İkinci Yeniciler kadar daha geniş kitlelere ulaşamasalar da Garipçiler, bu ülkede bir dönemi başlatan akımdır. Melih Cevdet Anday da henüz 20’li yaşlarındayken bu hareketi başlatanlardan oldu. 18 Mart 1915’teki Çanakkale zaferinden beş gün önce 13 Mart 1915’te Çanakkale’de doğan Anday’ın hayatının geri kalanı İstanbul ve Ankara’da geçti.

Hayatı boyunca birçok dergi ve gazetelerde hem kendi hem de müstear adıyla şiir, deneme, makale, öykü ve romanlar yazdı. Yazıları ve şiirleri; Varlık, Ses, Yaprak, Yeditepe, Papirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, Dönem, Yön gibi dergilerde ve Akşam, Tercüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin, İkdam ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlandı.

28 Kasım 2002’de, 87 yaşındayken vefat etti. Bugün, onun ölüm yıl dönümü.

AH GÜCÜM YETSE GÖRMEYE SENİ

Melih Cevdet Anday’ın birçok şiiri, şiir severler tarafından beğeniliyor, okunuyor ve seslendiriliyor. Hatta merhumun kendisi de şiirlerini seslendirmişti. Bu şiirlere günümüzde video platformlarında ulaşılabiliyor. Özellikle Duvarcının Oğlu ve Gelinlik Kızın Ölümü şiirlerini ayrı tutuyorum. Ancak onun kalbur üstü şiirleri sadece bunlardan ibaret değil.

Örneğin “…Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma…”    

Dizelerinin de yer aldığı Anı,

“…Ah günüm yetse görmeye seni
Seni övmeye gücüm yetse
Barış çağı altın çağ
Son ozanı ben olayım bu özlemin
Bu özlem bitse
O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör
Seyreyle deli ozanı
Baştan başa sevda, baştan başa tutku
Dili baldan tatlı…”

Mısralarının süslediği Olsun da Gör gibi şiirleri de edebiyat severlerin gözde Anday şiirleri arasında bulunur. Yine Teknenin Ölümü, Bu Kırlangıçlar Gitmemiş miydi, Sevincin Yarısı şiirleri de sevilen şiirleri arasındadır.

BİRİNCİ YENİCİLER VE FOTOĞRAF

Anday’ın Fotoğraf adlı şiiri de hem biçimi hem de hikayesiyle duygulandıran şiirlerinden biri olarak dikkat çekiyor.  Garip akımını oluşturduğu arkadaşları Oktay Rıfat, Orhan Veli, kendisi ve liseden arkadaşları Şinasi Baray, bu fotoğrafın karakterlerini oluşturuyor. Adını bilmediğimiz Şinasi Baray da lise yıllarında çıkardıkları Sesimiz isimli derginin yazarlarındanmış.

Şöyle diyor Andaç o fotoğrafa bakarak yazdığı şiirinde:

Dört kişi parkta çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar…
Babası daha ölmemiş Oktay’ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.
Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz.

SEZEN AKSU VE MELİH CEVDET ANDAY

Anday’ın şiirlerinin Türk müziğinin en önemli isimlerinden Sezen Aksu’da da ayrı yeri vardır. Onun Aksu tarafından söylenen ‘Şinanay’ şarkısının şairi olduğunu müzikle ilgilenenler bilirler. Bu şarkının bestesi, zamanında kayıtlara MFÖ’nün Fuat’ının (Fuat Güner) olarak girse de daha sonra MESAM (Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği) tarafından Onno Tunç’a ait olduğu açıklandı. Zaten Fuat Güner de kendine ait olmadığını beyan etmişti. Ancak bu şarkının şairinden yana hiç kuşku yok.

Şöyle diyor Şinanay şiirinde:

“Ada vapuru yandan çarklı

Bayraklar donanmış cafcaflı

Simitçi, kahveci, gazozcu

Şinanay da şinanay.

Müslümanı, yahudisi, urumu

İsporcusu, ihtiyarı, veremi

Kiminin saçı uçar, kiminin eteği

Şinanay da şinanay.

Estirir de ada yeli estirir

Seni sevindirir beni küstürür

Lüküs kamarada kimler oturur

Şinanay da şinanay.”

               Şinanay şarkısı günümüzde dahi statlarda, özellikle kafiyesinin Galatasaray ile uyumundan dolayı, tezahürat olarak söylenir. Rakip takımlar da aynı şarkıyı olumsuz biçimde tezahürata çevirmiştir. Bu güzel şarkı, artık kamuoyuna mal oldu dense yanlış olmaz.

               Sezen Aksu, geçtiğimiz sene yine Melih Cevdet Anday’a ait olan Rahatı Kaçan Ağaç şiirinin kendisini değil ama adını yeni bir şarkı adı yaparak okudu. Şarkının sözü ve bestesi Sezen Aksu’ya ait lakin adı Melih Cevdet Anday’a aittir. Zaten şarkının açıklama kısmında hem Anday’ın Rahat Kaçan Ağaç şiirinin dizeleri hem de ‘Melih Cevdet Anday’a sonsuz şükran ve minnetle’ ibaresi mevcut.

               2002 yılında annem ve babamla başlayıp, köyümün kahvesindeki öğrendiğim Anday’ın vefat anısıyla devam edip Sezen Aksu’nun ‘Rahatı Kaçan Ağaç’ına dek uzanan bu yazıyı da sonlandırmanın vakti geldi. Bahsi gelmişken merhume annemi, merhum babamı ve Türk edebiyatına yön veren şairlerden olan Melih Cevdet Anday’ı rahmetle ve hürmetle anıyorum. Mekanları cennet olsun.

muslumisiklar@gmail.com

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

  1. Tenzife Gamze Saraç dedi ki:

    vavvvv! Mükemmel

Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız