Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü Kitabının Değerlendirmesi

Adıyaman Gölbaşılı bir ailenin çocuğu olarak 1978 yılında Mersin’de doğdu. Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Felsefe bölümlerinde lisans; Ankara Hacıbayram Veli Üniversitesi Ortaçağ Tarihi alanında yüksek lisans öğrenimlerini tamamladı. Trabzon, Rize illerinde Gümrük Muhafaza Memurluğu görevinde bulundu, halen bu görevini Ankara'da sürdürüyor. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Işıklar, 1 kız çocuğu babasıdır.

GÜNDÜZ VASSAF’IN CEHENNEME ÖVGÜ KİTABININ DEĞERLENDİRMESİ

Yazar Adı: Gündüz Vassaf

Kitap Adı: Cehenneme Övgü-Gündelik Hayatta Totalitarizm

Yayın Tarihi: İngilizcesi 1987, Türkçesi 1992

Sayfa Sayısı:   279

Türü: Deneme (İnceleme)

Baskı: 48. Baskı (2024)

GÜNDÜZ VASSAF KİMDİR?

GÜNDÜZ VASSAF liseyi Robert Kolej’de tamamladıktan sonra aldığı futbol bursuyla psikoloji eğitimi gördüğü George Washington Üniversitesi’nden mezun oldu. Gençliğinde ABD’de akıl hastanesi gardiyanlığından TRT’de radyo spikerliğine kadar çeşitli işlerde çalıştı. Hacettepe Üniversitesi’nden psikoloji doktorasını aldıktan sonra, uzun süre Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi’nde öğrencilere psikolojik danışmanlık yaptı. Sonradan pişman olacağı, Türkiye’nin ilk zekâ testini geliştirdi. Uzun yıllar bu testlerin bir tür zekâ katliamı olduğuna dikkat çekti. Uluslararası Psikologlar Konseyi yönetim kurulu üyeliğine seçildi, Union of Psychological Science Barış Komitesi kurucu üyesi oldu, American Psychological Association’ın toplum psikolojisi bölümünün Avrupa ve Ortadoğu koordinatörlüğünde görev aldı. 12 Eylül askerî darbesinden sonra öğretim üyeliği yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nden istifa etti. Türkiye’de Psikologlar Derneği’nin kurucu üyelerinden olmasının yanı sıra 12 Eylül’e kadar Uluslararası Af Örgütü’nün İstanbul Şubesi başkanlığında, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) yönetim kurulunda yer aldı. O tarihten sonra Kassel, Marburg ve Bremen üniversitelerinde öğretim üyesi, Kanada McGill Üniversitesi Center for Developing Area Studies’de “konuk” akademisyen, Amsterdam’da Averroes Stichting’de klinik psikolog, Viyana’da Institute für Höhere Studium ve Avrupa Bilim Vakfı’nda da konuk araştırmacı olarak çalıştı. Kurulduğu günden kapandığı 2016’ya kadar Radikal gazetesinde “Uçmakdere” başlıklı köşe yazılarıyla 20 yıl boyunca yer aldı.

Kitapları: Zekâ ve Zekâ Testleri Nedir? Ne Değildir? (Ankara Üniversitesi Mediko Sosyal Merkezi Yayınları, 1977); Daha Sesimizi Duyurmadık: Avrupa’da Türk İşçi Çocukları (Belge Yayınları 1983; İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002); Cehenneme Övgü (Ayrıntı, 1992; İletişim, 1999); Cennetin Dibi (Ayrıntı, 1996; İletişim, 1999); Annem Belkıs (İletişim, 2000); 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra Amerika-Rusya (İletişim, 2006); Tarihi Yargılıyorum (İletişim, 2007); Türkiye Sen Kimsin? (İletişim, 2008); Leventnâme (Heyamola, 2009); Kimliğimi Kaybettim Hükümsüzdür (İletişim, 2010); Mostari: Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü (YKY, 2013); Medeniyet, Kültür, Sanat (İletişim, 2014); İstanbul’da Kedi (YKY, 2014; Karakarga, 2017; İletişim, 2024), Boğaziçi’nde Balık (YKY, 2015; Karakarga, 2018; İletişim, 2024), Nâzım (Aylak Adam, 2015), Ne Yapabilirim: Geleceğe Kartpostallar (İletişim, 2016), Yol Arkadaşım (Karakarga, 2017), Sınırsız (İletişim, 2018), Ressamın İsyanı (Everest, 2023).

Hazırlayan: Özgürleşmenin Sorunları: Mehmet Ali Aybar Sempozyumları (Tarih Vakfı Yayınları, 2003); Belkıs Halim Vassaf’ın defterinden: Dumezil’in Sosyoloji Dersi Notları (Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2009).

Çeviri: Guantanamo’dan Şiirler (Der. Marc Falkoff, Bilgin Adalı ile birlikte, YKY, 2008)

KİTABIN ÖZETİ VE DEĞERLENDİRMESİ

Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü kitabı 1987 yılında İngilizce yayımlanmıştır. O dönemde Almanya’nın Marburg kentinde bulunan Vassaf’ın bu eseri 1992’de Türkçe yayımlanmıştır. Kitap, Vassaf’ın hayata dair görüşlerini içerir. Ama bunu aktarırken gündelik hayatımızın her noktasında baskılarla, totaliter unsurlarla iç içe olduğumuzu ileri sürer. Müellife göre sadece devlet noktasında değil evde, sokakta, iş yerinde dahi bu totalitarizm vardır. Aşkta, sevgide, hayatta, ölümde her türlü arenada totalcilik söz konusudur.

Peki bu totalitarizm nedir? Türk Dil Kurumu (TDK) totalitarizm akımını “Totaliter devlet düzeni.” olarak tanımlarken totaliteri de “Demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde toplandığı demokratik olmayan (devlet düzeni); bütüncül.” şeklinde izah ediyor.

Köken anlamında ise totaliter kelimesi Latince bütün manasındaki totusa dayanıyor. Bu sözcük totalis formundan Fransızca’da totale dönüşmüştür. Siyasal anlamda totalitarizm ise adındaki bütünlük tanımından da anlaşılacağı üzere bütün yetkilerin merkezde toplandığı, merkezdeki bu yetki sahibi kişi veya kişilerin dışındakilerin söz hakkının olmadığı, şahısların hayatının tüm alanlarının devlet kontrolüne bırakıldığı sistemdir.

Total kelimesinin siyasi anlamda ilk kullananı 20. Asrın ilk yarısına damga vuran İtalyan faşist lider Mussolini’dir. Mussolini “Devlet içindeki herkes, devlet dışındaki hiçbir kimse, devlete karşı olan hiçbir kimse” sloganıyla totalitarizmi açıklar.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere totalitarizm, siyasal anlamda tüm yetkiyi belli bir kişi veya grupta toplar. Gündüz Vassaf, bu kitabında total bakış açısının, bütün yetkilerin yerine, kapsamına, içeriğine göre hayatın her alanında olduğunu iddia eder. Kolektivizmin evde, işte, sokakta, her alanda hüküm sürdüğünden bahseder.

Ancak içinde bulunduğumuz dünyada, zoraki bulduğumuz yaşamımızı, hayat alanlarımızı, cinsiyetimizi totaliter olarak tanımlamak da bazı noktalarda kolay bir teşhisçilik olmuş.

Kitabın desteklenecek ve eleştirilecek yönleri mevcut. Bu açıdan her iki yönlü de üzerinde durulan bir yapıt olmayı başarmış. Hem desteklenecek hem de eleştirilecek görüşleriyle senelerdir kendini konuşturmayı başarmış bir kitap olarak raflardaki yerini alıyor.

Kitabın satır aralarından bazı başlıklar ve notlar:

  1. Bölüm Başlığı: Geceye Övgü

Sayfa 16: Tüm kurumlar totaliter değil midir zaten?

Sayfa 17: Hepimiz gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur. Çünkü sonunda gece olacağını ve (gündüzle kıyaslarsak) dilediğimiz gibi davranma fırsatına kavuşacağımızı biliriz…

Gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. Gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. Ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize ‘seni seviyorum’ der.

Yorum: Yazar, burada iş yerlerimizde bize çizilen düzenin emrinde bulunduğumuzu, bu düzene itaat etmek zorunda kalan köleler olduğumuzu belirtir. Bu düzenden geceleri evimize geldiğimizde kurtulabileceğimizi, bunun da gündüze nispeten daha az kölelik olduğunu iddia eder.

Hayatta kalmak için birilerinin çizdiği sınırların içindeki kurallara dahil olmak durumundayız. Eğer açlık kaygısı olmasaydı kimse bu duruma düşmezdi. İnsanın yaşamda kalabilmesi için bir şeyler üretmesi gerekiyor. Bu üretim doğrudan olabildiği gibi dolaylı yoldan hizmet şeklinde de gerçekleşebilir. Eğer, hayatta kalmak için kendilerine gündüzleri sunulan bu dayatmaya razı olmazsa insan, yok olabilir. Şayet, gündüz ki iş sektörü totalitarizmse bile bu, insanı hayatta tutan bir sistemdir. Sistemin zorlaması ve zorunluluğu, hayatın da zorunluluğunu doğuruyor.

  • Bölüm Başlığı: Özgürlük Cehennemdir

Sayfa 27: Cennete giriş, başkalarının yargılarına bağlıdır. Cennetle olan ilişkimiz, yargılayanların ve yönetenlerin dayattığı bir hiyerarşiye tabidir. Halbuki kişi ile cehennem arasında kimse yoktur.

Sayfa 28: Ölümden sonraki yaşama duyulan ilginin yerini, ölümsüzlük arzusu almış, Türümüz, ömürlerin uzamasıyla övünüyor. Herkes, genç görünmeye, genç yaşamaya çalışıyor… Bu elbette meydan okumasız, heyecansız, inisiyatifsiz, ilgi çekici hiçbir yanı olmayan cennet… Cennet totaliterdir, çünkü vatandaşlara sunulmak istenen yeryüzü cenneti, hükümetlerin kendi tasarımıdır.

Sayfa 29: Cehennem kavramının kaldırılmasıyla, ezilenler kendilerini ezenleri orada hayal etme özgürlüğünden yoksun bırakılmış oluyorlar… Yeryüzünde cennet kurma iddiasında olan çağımızın totaliter rejimleri, cehennemi yok etiler… Ölüm ve cehennem yeniden doğrulanmadıkça, yeryüzündeki cennete manevi bir alternatif kazandırılmadıkça, totaliter güçler giderek kuvvetlenecektir.

Yorum: Bu noktada yazar, gündelik yaşamda vaat edilenlerin aslında insana geçici ödüller verdiğini ifade ediyor. İnsanlara nasıl olması gerektiğini, onların gözlerini boyayarak, güzelmiş gibi görünen hayatlar vaat ederek geçici bir dünya cenneti sunulduğundan dem vuruyor. Bunun zorlayıcı kuvvetlerin yönlendirmesiyle oluşması, gücü belli idarelerde toplatır. Kaybetmenin de hayatın bir parçasının olması hatırlatılmalıdır. Hep kazanmak, iyi olana ulaşmak arzusu, insana geçici cennetler sunabilir belki ama kaybetmenin de öğretilmesi gereklidir. Aksi durumda çıkarlar, bir kişi veya zümreyi ön plana çıkartır. Bu da geçici cennetin bir müddet sonra totalitarizme dönüşebileceği sonucunu doğurur.

  • Bölüm Başlığı: Sözcük Mahpusları

Sayfa 35: Birbirimizi anlayamayacağımız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz… Ayrıca, çok fazla konuşuyoruz. Sessizlik bizi ürkütüyor. Sessizliği denetleyemiyoruz.

Yorum: Kimse, kimseyi dinleme derdinde değil. Biz dahil çoğunluk, dinlemeden ziyade dinletme derdindeyiz. Karşıdaki dinlemeyince panikle, adeta arkamızdan birileri kovalıyormuş gibi anlatmaya çalışıyoruz. Yazarın bahsettiği sözcükleri gereğinden fazla kullanma durumu, bunula alakalı mıdır? Bunun sebebi, bireyciliğin toplumsallığın önünde olması olabilir.

Sayfa 39: Konuşulan söz totaliterdir. Buyurur. Sahiplenir. Öteki sözleri dışarıda bırakır… Sözcükler, insanların denetlenmesi ve birbirlerini denetlemeleri için şarttır. Sessizliği ilk bozan, çoğunlukla hâkim durumdaki kişidir. “Haklısın, anlıyorum sözcükleri, görüş birliğini doğrulamaktan çok, konuşmayı kesmek ve sözü devralmak için kullanılır.

Yorum: Yukarıda da bahsedildiği üzere arkamızdan kovalanıyormuş gibi acele ediyoruz. Bunların sebebi toplumsal olarak sabırsız oluşumudur. Bu sabırsızlık, birazdan sözüm kesilecek korkusuyla hızlı konuşmaları doğuruyor. Ki bu durumda hem konuşan kişi, duygularını aktarmakta zorlanıyor hem de genelde de korktuğu başına geliyor ve toplumun önemli bir kısmı o sözü umumiyetle de kesiyor. Bunların altında yatan ana sebep de büyükler tarafından yetiştirilirken birey yenine konmamaktan kaynaklı kendimizi ispatlama arayışı olabilir.

Sayfa 41: Dünyayı sözcüklerle tutsak ettik. Bu süreçte biz de, kendi sözcüklerimizin tutsağı olduk.

Yorum: Hz. Ali’ye atfedilen bir söz vardır: Söz, ağızdan çıkana kadar senin esirindir, ağızdan çıktıktan sonra ise sen onun esirisindir. Peki, acaba ağzımızdan çıkan ama esasında “çıkmasa da olurdu.” diyebileceğimiz sözlerimizden dolayı pişman oluyor muyuz? Olmuyorsak sadece sözümüzün mü esiri olmuş oluyoruz. Bu durumda nefsimizin de esiri olmaz mıyız?

  • Bölüm Başlığı: 20. Yüzyıl Delileri Artık Özgür Değiller

Sayfa 47: Açıkça söylenemiyordu ama, delilik, kurulu düzen hiyerarşisi içinde en büyük güce eşit bir güç sayılıyordu… On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda deliler tımarhanelerde tutuluyorlardı. Yirminci yüzyılda deliler dize getirildi. İyice ilaçlandırılıp toplumun kıyısına itilmiş, istenmeyen varlıklardan başka bir şey değiller artık… Delilik, artık devlete karşı bir tehdit oluşturmayan sıradan bir hastalık mertebesine indirgenmiştir. Delilik, devlet otoritesi altında girdiği oranda özgürlüğünü yitirmiştir… Aynı şekilde, eşcinselliği bir akıl hastalığı olmaktan çıkarma kararı da 1970’lerde APA (American Psychological Association) tarafından verilmiştir.

Yorum: 1926-1984 yılları arasında yaşayan Fransız düşünür Michel Foucault, Deliliğin Tarihi adlı kitabında bu konudan bahseder.

Foucault şöyle der: Orta Çağ’da deliliğin gündelik yaşamın bir parçası sayıldığını ve kaçıklarla çılgınların sokaklarda ellerini kollarını sallayarak dolaştıklarından bahsede. Modernite ile birlikte bu insanlar artık tehlikeli sayılmaya başlarlar ve tımarhanelere kapatılırlar. Tımarhaneler, kaçıkların normal insanlarla aralarına ilk kez duvarların çekildiği bir 18. yüzyıl buluşudur.

Deliliğin fantastik dünyasında dolaşırken Foucault, aslında “deli”nin bize onun deli olduğuna karar veren, onu öyle konumlandıran genel toplumsal harita üzerinde işgal ettiği yer itibarıyla yansıdığını gösteriyor. Her çağın kendi ütopyası içinde kendini arındırdığı, saflaştırdığı, idealleştirdiği tarihsel yolculukta, delinin bu arınma ayin ve oyunundaki yerini ve rolünü kavramamızı sağlıyor. Bu nedenle, Deliliğin Tarihi, aynı zamanda aklın tarihinin ana hatlarını da ortaya koyuyor: Akıl, kendini ancak deliliğin zıddında, deliliğin zıddı olarak tanımlayabiliyor. Öyleyse delilik, toplum düzeninin varlığı için gerekli; çünkü bu düzen ancak kendi negatifinin aynasında kimlik bulabiliyor.

Sayfa 50: Psikiyatri bir baskı aracıdır.

Sayfa 54: Psikiyatrinin temel kaygısı bireyin sağlığı ve sözüm ona ruhsal sağlığı değildir. Onun temel yükümlülüğü, yönetici seçkin kesimin, sınıfın, partinin ya da kültürün buyurduğu onaylanmış standartları savunmaktır.

Yorum: Psikiyatrinin bir ortopedi veya dahiliye gibi somut delilleri olmadığı için o alanda ihtisası olan uzmanların hükmü, kat’i hüküm olarak kabul edilir. Toplumun önüne de ruhsal yaftayla atıldığında psikiyatri, totalitarizmin uygulanabilmesine olanak sağlayan belki de başat alanlardan biri halini alıyor.

  • Bölüm Başlığı: Burada Yer, Şurada Uyuruz

Sayfa 67: Bizler, içinde yaşadığımız yüzyılda, apartman kışlalarında oturan siviller haline geldik. Dışarıdan içeriye göz atıldığında, hemen hemen bütün apartman dairelerinde TV aygıtlarının aynı yerde durduğu göze çarpar. Televizyon seyretmek için oturulan Kanepe de aynı yerdedir.

Yorum: İnsanların, birbirleriyle aynı olma arzusu, ortak eşya alınmasına nedenlerden biridir. Özellikle kadınların “Onda var, bende de olmalı” mantığı yeni bir durum değil.

Özellikle misafir ağırlamakta kadınlarımızın totaliter eğilimli olduğunu düşünüyorum. Sofrada çorba, ara sıcak, salata, mezeler, meyve tatlı türlerinden birinin olmaması korkusuyla 7-8 çeşit sofralar kuruluyor. Veyahut çayın yanına kek, tatlı, pasta bile yapmamış korkusu totalitarizmdir.

  • Bölüm Başlığı: Kahramanlar Totaliterdir

Sayfa 77: Eski Yunan insani zaafları olan mitolojik tanrılarıyla çok daha özgür bir toplumdu. O her şeye kadir Zeus, kılıbık bir kocaydı.

Yorum: Zeus, aslında çok çapkındır. Sparta Kralı Tyndares’un eşi Leda için kuğu olmuş, Thebai (İstefe) kralının kızı Antiope için satir (Yarı keçi, yarı insan) olmuş, Argos Kralı’nın kızı Danae için altın yağmuru, Herakles’in annesi Alkmene için kocasının kılığına girmiş, ablası ve eşi Hera için guguk kuşu olmuş. Ölümlü ve ölümsüz herkese âşık olduğundan Hera sürekli onu takip ettiriyormuş. Eğer Hera’dan korkarak kaçmasından dolayı kılıbık olduğu iddia ediliyorsa bu anlamda kılıbıklık olarak değerlendirilemez. Sadakatsizliğini, eşine yakalanmamak için ondan kaçarak gizlemeye çalışması, kılıbıklık olarak değerlendirilemez. [1]

Sayfa 82: Kahramanlar öylesine totaliterdir ki bir kez yaratıldıktan sonra, öldükten sonra bile sorun olmaya devam ederler. Totaliter bir toplum, kahramanını belirli bir döneme özgü koşullar içinde yaratır ve tanır. Liderlerin değişmesi, geçmişteki bazı kahramanların terk edilmesine yol açar. Milyonlarca insan tarafından yüceltilen bir kahraman bir gecede aynı milyonlar tarafından terk edilebilir… Totaliter bir toplum kahramansız olamaz. Özgür bir toplum ise kahramanlarla var olamaz.

Yorum: Yazar, Mao örneğini veriyor. Kitap 87’de yayımlanmıştır. Bu nedenle 1989’da Romanya Cumhurbaşkanı Çavuşeski ve eşinin taranarak öldürülmesi bu kapsamda değerlendirilebilir.

  • Bölüm Başlığı: Enformanyaklık
  • Bölüm Başlığı: Senin Cinsiyetin Ne?

Sayfa 101-102: Karşı cins terimi kadar yanlış bir deyim olamaz… Fiziki bağımlılığı yüzünden, boyunduruk altına girmekten başka seçeneği yoktur… Tüm yaşamımız boyunca kendimizi ve birbirimizi cinsel rollerimizin içine hapsediyor, boyunduruk altına sokuyoruz.

Yorum: Burada kadının da erkeğin de sorumlulukları ortak üstlenmesi kast ediliyor. Örneğin erkek de yemek, temizlik, vs. yapmalı. Kadın da erkeğin yaptığı işleri icra etmeli gibi bir bakış açısı var. Fiziksel anlamda zayıf olması kadınları, dolmuş veya tır şoförlüğünden mahrum etmemeli. Ancak bu durumda pozitif ayrımcılığı nereye koyacağız? Arabayı bozan karımıza, bacımıza, annemize, kızımıza ‘Sen bozdun, sanayiye sen götür, gitmişken yağına, suyuna da baktır’ mı diyeceğiz? Bir an için öyle dendiğini düşünün.

Dolayısıyla her şey aynı olunsaydı uzuvlar aynı olurdu. Ki buradaki farklılık, sadece uzuvlar da değildir. Kadın ile erkeğin beyin yapısı da çok farklıdır. Kadınların ergenlikten itibaren aylık rutinleri, daha sonra doğurganlıktan kesilmesi vs. cinslerin karşı olmasını, dolayısıyla bazı sosyal durumların da karşı cins merkezli gelişmesini sağlar. Kadınlara gösterilen pozitif ayrımcılık, onların fiziksel olarak erkeklere göre daha güçsüz olmasından dolayıdır. Doğal olarak karşı cinstir diğeri. Yanlış olan karşı değil, karşıt cinstir.

Sayfa 103: Cinsel kimliğin baskı gücü en çok kasaba ve köy gibi küçük topluluklarda hissedilir. “Biraz erkeksi bir kadın” ya da “kadınsı bir erkek” bu kapalı toplumlarda varlığını sürdüremez ve kendini kentin sokaklarında bulur.

Yorum: Bu, genel olarak değerlendirilecek bir durumdur. Fiziksel anlamda kadın veya erkek de olsan biraz uzunsa “deve gibi”, kiloluysa “ayı gibi, öküz gibi”, çirkin surette gözüküyorsa “canavar

Sayfa 107: Çoğu zaman ezilenler, ezenler gibi olmaya özenirler. Bir zamanlar ezilmiş olanların, birinci sınıf ezenler olduğu görülmüştür. Tarih bu tür örneklerle doludur. Sömürgecilerin iktidarının yerini alan genç Afrika cumhuriyetlerinden tutun da toplama kamplarında gönüllü olarak gardiyanların görevlerini devralan Yahudi mahkumlara varıncaya kadar.

Yorum: Askerde bizim gibi kısa dönem olan bir çavuş vardı. Genelde uzun dönem, uzun dönemle; kısa dönem, kısa dönemle iyi anlaşır. Hatta yedek subay yapanların da çoğu kısa dönemlerle iyi geçinir. Zira onlar kısa dönem, kısa dönemler de yedek subay olabilirdi. Diğerlerine göre ‘Üniversite mezunuyuz, onlardan eğitim anlamında farklıyız’ bakışı vardır. Ancak bir tane kısa dönem çavuş vardı ki ‘Ben adaletli davranıyorum’ mesajı vermek için adaletsiz davranıyor ve kendisi gibi kısa dönem askerlik yapan lisans mezunlarına diğerlerinden daha fazla iş yaptırıyordu. Hatta bu tutum, bir süre sonra zulüm derecesindeki bir adaletsizliğe dönüşmüştü.

Bölüm Başlığı: Seçmem Özgürlüğü:

Sayfa 118: Taraf seçmek, insanı geliştirmekten, denemeler yapmaktan, iletişim kurmaktan alıkoyar. Taraf seçmekle, içine hevesle kendimizi hapsettiğimiz gettolar kurmuş oluruz. 

Yorum: Bu durumda “Bitaraf olan bertaraf olur” durumuna da düşürülebiliyoruz.  

Bölüm Başlığı: Hainleri Savunmaya Dair

Sayfa 145: Topluluğun tarihsel gelişimi çelişki ve tutarsızlıklarla dolup taşıyor olsa bile, hain daima şimdiki zamana göre yargılanır. İnsan daima şimdiki zamana ihanet etmiştir.

Yorum: Ulus devlet üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisinin, çok uluslu millet sistemi üzerine kurulan ve asırlarca süren çok ulusla Osmanlı’yı, bu devletin değeriyle yargılaması, hainin şimdiki zamana göre yargılanması görüşüne örnek olabilir.

Bölüm Başlığı: Ölüm Unutkanlığı

Sayfa 155: Ölümü dışarıda bırakan tüm düşünce ve eylemler, yaşamı mülk edinme çabasına götürür insanı…

Sayfa 157: Ölümü unutma sürecinde hareket serbestimizi yitiriyoruz. Hep yaşayacakmışız gibiyaşayarak miskinleşiyor, yaşama aktif biçimde katılmayı beceremiyoruz. Eyleme geçmeyi, keşfetmeyi, soru sormayı ve araştırmayı beceremiyoruz…Bilinmeyenin korkusunu azaltmanın en temel yollarından biri, ölümden sonraki yaşamı tartışan, açıklayan ve vaat eden din olmuştur.

Yorum: Dinlerin bu vaatleri, insanlarda ölümden korkmamak bir yana ölümü arzulama duygusu oluşturabiliyor. Hayatın monotonluğundan, sıkıntılarından kurtulmak için “İyi ki ölüm var” fikri oluşuyor. Ölüm, arzu edilen bir duruma dönüşebiliyor.

Sayfa 158: Doğum kontrolü var. Ama ölüm kontrolü yok.

Yorum: Ölümün de kontrolü var. Üstelik bunun kontrolünü doğumdaki gibi genelde doğacak canlının anne babası kararlaştırmaz. Öteki olarak var edilen düşmanı öldürerek tarih boyunca ve günümüzde milyarlarca canlı öldürülmüştür. Ki bu öteki, diğer dinden, mezhepten, ırktan veyahut Doğu/Batı örneğinde olduğu gibi diğer medeniyetten olabilir. Kimin ne zaman, nasıl öldürülmesi, kontrollü şekilde, bireysel veyahut kitlesel yapılabiliyor.

Bölüm Başlığı: Sanatçıdan Sakının

Bölüm Başlığı: Yaşasın Anlaşmazlık

Sayfa 179: İktidar ve güç peşinde koşmayanlar, birbirleriyle mücadele içinde olmayanlar, nadiren uyuşma ihtiyacı duyarlar. Onlar daha ziyade, tek bir ağaçtan düşen yapraklar gibi, uyum halinde oracıkta kendiliğinden geliştirilmiş ilişkiler içinde bir arada savrulurlar.

Yorum: Güç peşinde olmayanların zaten ortada paylaşacağı bir iktidar, bir mal, bir mekân, vs. yoktur. Bu açıdan bakıldığında küçük görünen bir miras kavgası bile güç kavgasıdır. Bu kavgada üstün çıkmak isteyen totaliterdir denilebilir. Keza evliliklerde hüküm gücünü almak isteyenler, çocukların oyunlardaki güç kavgaları da bu kapsama alınabilir.

Bölüm Başlığı: Hayata Karşı Amaçlar

Sayfa 185: Yönetenler sürprizlerden hoşlanmazlar.

Yorum: Yöneten sınıf, kurulu düzeni sürdürerek yöneticiliğini sürdürmeyi amaçlar. Her türlü değişiklik, total kontrolünün kaybolmasına yol açabilir. Bu sebeple devrimler yöneticilerden değil, dışarıdan çıkar.

Bölüm Başlığı: Zıp, Sen Öldün

Sayfa 209-210: Tevekkeli değil, Hıristiyanlık resmin yasaklanıp yasaklanması konusundaki büyük tartışmayla birbirine girdi. Tevekkeli değil İslamiyet tasviri istemedi. Görüntüyü yaratmak, kurmak Tanrı’ya mahsus sayıldı. Bundan 15 bin yıl kadar önce insanoğlunun ilk suretleri mağara resimlerinde ortaya çıktığında görüntü ile büyü iç içeydi. Burada görüntü, her şeyi kapsayan, hayat veren bir varlıktı ve insan bunun karşısında aciz ve alçak gönüllüydü… Yirminci yüzyılda ise görüntü sürekli olarak manipüle ediliyor. İnsanlar görüntüye hükmederek halklara hükmediyor. Görüntüyü yapanlar da yıkanlar da aynı insanlar: Yöneticiler. Şimdi manipüle edilen Kodak tanrılarımız var.

Yorum: Günümüz sosyal medyalarının sürekli kullanımı da halkların boş işlerle meşgul edilmesi isteğidir. Bu şekilde yöneticiler, ülkelerinde bir şeylerle vakit geçiren kitleler oluşturmayı hedefliyorlar. Eğer, dünyayı yöneten yöneticiler, o ülkelerdeki bu yöneticilerden memnun kalmazlarsa o durumda da o ülkede aynı sosyal medyayı o yöneticinin lehine çevirme çabasına girişirler. Bu anlamda sosyal medya, totaliter gücün yeni yerlerinden biridir.

Bölüm Başlığı: Homo Sapiens Blues

Sayfa 217: İster evrim teorisi olsun ister yaratılış inancı, her ikisinde de insan en yüce varlıktır.

Sayfa: 218: Kendi kendisine madalya takan general gibi biz de kendimize her şeyden daha önemli bir konum veriyoruz. Hayat kavramımız totaliter.

Sayfa 220: Rönesansla, Aydınlanma Çağı ile, bilim ve endüstri devrimleriyle kendimize tapınmaya, övgüler düzmeye başladık.

Sayfa 227: Kusurlu insandan korkuyoruz, ona acıyoruz. Onu hor görüyoruz, ondan tedirginlik duyuyoruz. Kusursuz insan imajımıza dayanarak aşağılıyoruz onu.

Bölüm Başlığı: Müjde Çocuğumuz Oldu

Sayfa 245: Yaratıcılar diyorum, çünkü anne abalar büyük bir kendini beğenmişlikle kendilerini çocuğun yaratıcısı olarak görürler.

Yorum: Halil Cibran, Ermiş adlı kitabında şöyle der:

“Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,

Kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları onlar.

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler

Ve sizinle birlikte olsalar da size ait değiller.”

Bölüm Başlığı: Şu Sihirli An

Sayfa 255: An’ın yaratılması, beklenmesi, aynı zamanda totalitarizm anıdır. Ölüm anı. Oğlan yerine kız oldu diye, hiç istenmediği anda oldu diye. Beklenen anın imajı içinde öldürürüz. İnsanlar neden çocuk sahibi olur? Mutlu olacaklarını sandıkları için mi? Çocuk sahibi olmak mutluluktur, öyle mi? Hayır! Çocuksuz mutlu olmayan kişi, çocukla da mutlu olamaz. Bir başka insanın sırtından mutluluk talep etmeye hakkımız yok.

Sayfa 257: Gelin adayı bilmem kaç yaşından itibaren düğün gününü, kocasını, beyaz atın üstündeki prensini düşünmeye başlar. Gelecekteki sihirli anların hayalini kurarız… Anları beklerken yaşam elimizden kaçar. Anları beklerken yaşama karşı körleşiriz.

Sayfa 258: Sihirli anların sırtından geçinen bir endüstri vardır. Yemek sağlayan şirketler, smokin kiralayanlar, doktorlar, müzisyenleri papazlar, vb. geçimini sihirli analr sayesinde kazanır.

Yorum: Buna imam nikahıyla, mevlitle para kazanan imamları, ilahi gruplarını ekleyebiliriz.

Bölüm Başlığı: Ah Minel Aşk

Sayfa 265: Aşkın da totalitarizmi kıskançlıkta kendini gösterir. Kıskançlık sürekli bir ilişkinin besinidir diyor Proust.

Sayfa 272: Amerikalı yazar Saul Bellow’un dediği gibi “Radyasyondan çok birbirlerinin kalplerini kırmaktan ölüyor insanlar.”


[1] Bu örnek, mitlojiden verilen bir ensest evlilik örneğidir. Ancak hem tarihte hem günümüzde bu tür ilişkiler maalesef vardır. Mısır’d Firavunlar döneminde de üst düzey yöneticiler arasında ensest evlilikler söz konusuydu. Örneğin, kız kardeşi Neferu ile evli olan I. Senwosret (MÖ 1961’den MÖ 1917’ye kadar hüküm sürdü); Kız kardeşi Ahmose-Meritamun ile evli olan I. Amenhotep (MÖ 1525’ten MÖ 1504’e kadar hüküm sürdü); ve öldürülmeden önce kardeşi XIV. Ptolemaios ile evli olan VII. Kleopatra (MÖ 51 ila MÖ 30 yılları arasında hüküm sürdü) var. Firavunların kızlarıyla evlendiği örnekler de var: II. Ramses (MÖ 1279’dan MÖ 1213’e kadar hüküm sürdü) kızlarından Meritamen’i eş olarak aldı.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız