Ali Şeriati-İnsanın Dört Zindanı Tahlili

Ali Şeriati-İnsanın Dört Zindanı Tahlili

İnsanın Dört Zindanı-Ali Şeriati

İNSAN, HER ZAMANKİNDEN DAHA MEÇHULDÜR

Ali Şeriati’nin İnsanın Dört Zindanı adlı kitabı, 1970’teki Abadan Petrol Fakültesi Konferans Salonu’nda yaptığı konuşmasından derlenerek basılmıştır. Eser, Şeriati’nin bir tezini, savını içeriyor. Kitap, ünlü düşünürün insanın ne olduğu sorusuna aradığı cevapla başlar. Buradan yola çıkarak insanın içinde yaşadığı engellere ve bu engellerin çözümüne dair yöntemlere ulaşmaya çalışır.  

Ona göre günümüzde insan her zamankinden daha çok meçhuldür. İnsan her zamankinden fazla çağımızda karanlık ve güvensizlik içindedir. Bunu aşmanın yolu önce insanın ne olduğunu anlamaktır. Yazar, burada tezini okurla paylaşır. Onun düşüncesine göre insanı zorlayan dört öğe bulunur. İnsan, bu dört öğenin esiridir. Bu dört zorlayıcı gücün tesirinden özünü kurtarınca özde insan olabilir ve gerçek anlamı ile insan olmak bu dört zindandan kurtularak özgürlüğün elde edilmesine bağlıdır.

İNSAN İLE BEŞER AYRIMI

Bu dört zorlayıcı güce gelmeden önce insanın ne olduğu üzerine bir çıkarımda bulunur. Bir arkadaşından nakilde bulunan Şeriati, arkadaşının ‘Kur’an’da ‘İnsana ilişkin iki sözcük bulunduğu bilgisini aktarır. Biri beşer, diğeri ise insandır.

‘Beşer’ ve ‘insan’ kelimesi arasındaki fark şudur: ‘Beşer’ dendiğinde kastedilen, varlıkların gelişim süreci sonucunda yeryüzüne gelmiş bulunan, bugün de yaşamakta olan ve bu türden üç milyar bireyin (2025 itibariyle yaklaşık 8 milyar) şimdi de yeryüzünde eylemde bulunduğu iki ayaklı canlı varlıktır. Özetle beşer, insanın biyolojik yönünü ifade eder. İnsan ise olmak eylemlerinde bulunan, insan olmayı becerebilen varlıktır. Beşer imektir, insan olmaktır.

Bu ne demek? Örneğin bir akkarınca yuvası bundan on beş milyon yıl önce de aynıdır. Geçmişi olan ama geleceğe haiz olmayan demektir. Oysa insan, aynı durumda değildir.

İNSANIN ÜÇ ÖZELLİĞİ: BİLİNÇ, SEÇME VE YARATICILIK

İşte bu insanın üç özelliği vardır. Bunlar: Bilinçli, seçme yeteneği ve yaratıcı özelliklerinin olmasıdır. İnsanın bütün diğer özellikleri işte bu üç ana özellikten beslenir. Öz benliğinin bilincine varabildiği, gerçekten seçim yapabilme aşamasına ulaşabildiği, sonra oluşmayanı ve doğada bulunmayanı meydana getirebildiğimiz ölçüde ‘insan’ olabilmiştir.

Şeriati, bu noktada insanın bilinç yönüne ünlü Fransız düşünür Descartes’in ‘Düşünüyorum demek ki varım’ sözünü örneklendirir. İkinci örnek Andre Gide’in ‘Duyumsuyorum, demek ki varım’ı, üçüncü söz de Albert Camus’ un ‘Başkaldırıyorum, demek ki varım’ sözüdür. Üç ölçütün de doğru olduğunun ifade eden yazar, en doğrusunun da üçüncü örnek olduğunu ileri sürer. Ona göre Adem, cennette olduğu ve başkaldırmadığı sürece adam değil bir melekti.

Fakat insan cennette ve cennetin tüketime yönelik hayatı içinde isyan eder ve o meyveyi yedikten sonra hayvanlara yaraşır tüketim cenneti olan o cennetten çıkarıldı. (Ödül olarak vaat edilen cennet, Adem’in, tart edildiği cennetin karşıtıdır.) Şeriati, burada insan iradesinin başkaldırıyı doğurduğunu, bunun da insanın seçme yeteneğinden kaynaklandığını belirtir. Cennetten kovulmayı baş kaldırarak tercih eden insan, aynı cennete iradesiyle gitmeyi arzular. Başkaldırma bilincine ulaşan insanın itaati iradi, istenmiş bir itaattir.

İkinci olarak insan, seçebilen bir varlıktır. Örneğin insan kendini sevebilir, intihar edebilir, kendine sunulanlara baş kaldırarak kendi seçimini yapabilir. Üçüncü olarak ise insanın yaratıcılık özelliği vardır. En küçük şekillerden en büyük sanayi ve güzel sanatlar ürünlerine kadar insanın yaratılışında bulunan bu yaratıcılık özelliği, insan fıtratında (ilahi) yaratıcılık kudretinin belirmesi ve yansımasıdır (Tecelli).

Ali Şeriati, tüm bunların neticesinde insanın bu özelliklerini tanrısallıkla ilişkilendiriyor. Özünün bilincine erişmiş, özgür ve yaratıcı varlık, insandır. Tüm bunlar tanrısal sıfatla ilgilidir. Tanrı, Zat’ının bilincine sahip, irade sahibi kurucu ve yaratıcıdır. Bu durumda bahse konu olan üç özelliğe sahip ‘insan’ da bu açıdan tanrısal özellikleri andırmaktadır. Düşünür, burada şirke girmek istemediğini açıklar. O, ‘İnsan bütün doğadan farklı olan varlık anlamında Tanrı’nın yüce sıfatlarını kendi varlığında ekip yetiştirebilir, böylece gelişme ve olgunlaşma yoluna girmiş olur.’ izahıyla durumu açıklar.

Ancak insan özgürlüğü, tabiatın onun yaratılış ve yeteneğine bağışladığı ölçüdeki imkanlarla sınırlanmıştır. Doğa’da diğerlerinden daha fazla gelişmiş fenomenlerden, yani görüngülerden ayrılır. Bu da ben olanı düşünebilen, dilediğimi seçebilen ve yapıp kurabilen bir varlık olarak feda etmektedir.

Ali Şeriati, yapıp kurabilen varlıktan varoluşçuluğa bir bağlantı kurar. Heidegger, Kierkegaard ve Sartre, en bilinen üç varoluşçu filozoftur. Kierkegaard dışında diğerleri tanrıtanımazdır. Sartre, yaratıcıya ve metafizike inanmazken, aynı zamanda insanı bütün doğadaki varlıklardan başka olarak kabul etmektedir. Yalnızca tabiat varlıklarından başka olarak kalmayıp ayrıca tabiat varlıklarına karşıt olarak kabul etmektedir.

SARTRE: İNSANDA VAROLUŞ MAHİYETTEN ÖNCE GELİR

Sartre ister istemez şöyle bir kurama varıyor: Bütün varlıklarda, mahiyetleri varlıklarından öncedir. İnsanda aksine varoluş mahiyetten önce gelir. Örneğin marangoza ne yaptığı sorulduğunda ‘Sandalye’ der. ‘Sandalye nedir?’ diye sorduğunuzda, ‘Dört ayağı ve bir arkalığı var, tahtası, rengi de şöyle’ şeklinde yanıt verecektir. Böylece sandalyenin mahiyeti hususunda konuşmuş olur. Ancak sandalye henüz varlık kazanmış değildir. Ardından keser, rende ve tahta ile sandalyeyi yapmaya koyulur. Böylece o, var olan sandalye mahiyetine varlık kazandırmak üzeredir. Ki sandalyenin kendisi henüz varlık kazanmış değildir. Ancak insanda durum farklıdır. Önce varlığı meydana gelir. Şu anda var olan beşer nedir? Henüz belli değil! Fakat vardır, varlığı vardır. Nasıl? Niteliği sonra bilinecektir. Niteliği, kendi kendini nasıl biçimleyip yapacağına bağlıdır.

Şeriati, bu noktada şu paylaşımda bulunur: Kim insan gelişiminin ve olgunlaşmasının bir sınırda durduğunu kabul ederse insanlık kavramına karşı büyük bir suç işlemiş olur. Konuyla ilgili, insanı öz bilinçli ve seçme yeteneği olan bir varlık olarak yadsıyan bazı alanlara değinir. Bunlardan biri panteistleri, yani tümtanrıcıları kapsamına alan Vahdet-i Vücudçular’dır. Tanrı, zatının ve varlığının gerektirdiği biçimde herkesi yaratmış, mahiyetini, iradesini, hayrını ve şerrini önceden belirlemiş ve alnına yazmıştır. İnsan, dünyaya geldiğinde ilahi iradenin belirlediği şeyin dışında başka bir şey yapamaz ve başka bir şey de olamaz.

BİYOLOJİ, SOSYOLOJİ VE TARİHSELCİLİK

İnsanı öz bilinçli ve seçme yeteneği olan bir varlık olarak yadsıyan üç başka öğreti de vardır ki, bu üç öğretinin en yenisi biyolojizm (dirimbilimcilik), ondan önce geleni sosyolojizm (toplumbilimcilik), ondan önce geleni de historizm (tarihselcilik)dir.

Tarihselcilik, her birey, tarihin gerektirdiği biçimde oluşmuşturu ileri sürer. Benim şu özelliklerim var ise geçmişimde başlangıçtan bugüne kadar süregelen tarih dolayısı iledir. Bugün Türkiye’de Türkçe konuşan bir ailede doğduğundan bu dili, Türk Tarihi çerçevesinde konuşabiliyorsun. Ama başka bir ülkede doğsaydın belki de başka bir dil konuşacaktın. Tenimizin rengini bile atalarımızın tarihte gittiği coğrafyalar belirleyebiliyor.

Diğer bir zorlayıcı güç ise sosyolojizm, yani toplumbilimciliktir. Bugünkü beni, içinden çıktığım toplum belirleyebilir.  Toplumsal ilişkiler, üretim ilişkileri, mülkiyet düzeni ve üretim araçlarının toplumdaki konumu, bütünü ile sınıfsal ilişkiler ve topluma egemen olan biçim benim toplumumu oluşturmakta ve bireyin benliğini onun dışında belirleyen etkenler durumunda olarak bu benliği de oluşturmaktadırlar. Her birey, toplumun onu ortaya getirdiği gibidir. Şu hâlde bu kimseler, insan değildir, çünkü artık seçim yetenekleri yoktur. İnsan; ‘Ben’, diyebilendir. ‘Ben, bunu şu kanıtlar dolayısı ile seçtim’ diyebilen, seçmeyebilir olmasına karşın seçen kimsedir.

Ali Şeriati’ye göre son zorlayıcı güç ise ‘Biyolojizm, yani dirimbilimciliktir. Biyolojizm’in düzeyinin hem materyalizmden hem naturalizmden üstün olduğu doğrudur. İnsanı da doğanın veya maddenin olağan bir görüngüsünden daha üstün tumaktadır. Buna rağmen biyolojizm de insanı yine öz bilinçli ve hür bir varlık olarak yadsımaktadır. ‘Ben’ dediğimde, ben yine bilinçsiz ve kendi biyolojik özelliklerime bağımlı bir oyuncak anlamına geliyorum. Bu durumda ‘Ben’ yokum. Örneğin zayıf kimselerin kıllı, şişmanların sevecen olduğunu ileri sürer.  Yazar, biyolojizmin de ondokuzuncu asırdaki birçok görüşten ayrı olarak insanı çok yüksek bir seviyede ele aldığını iddia etmesine karşın dinin amaçladığı, ‘Allah’ın ahlakı ile ahlaklanan’ insanı yadsımaktadır.

İLK ZİNDAN: TABİAT

Bu şekilde insanın zindanları ortaya çıkmış bulunuyor. İlk olarak irade sahibi, bilinçli ve yaratıcı insan ilk zorlayıcı gücün, yani doğanın baskısı altındadır, bu zorun tutsağıdır. Natüralizm, tabiat temeline özellikle yaslanmaktadır. İkinci zorlayıcı güç anlamında tarihin baskısı altındadır. Üçüncü zorlayıcı güç olarak sosyolijjzmin, yani toplumun zorlayıcılığına maruzdur.

Tüm bu zorlayıcı unsurlardan kurtulması çok zordur. Türkçe’de Üç ‘T’ olarak adlandırılabilecek bu üç zorlayıcı gücü aşmak uğraştırıcıdır. Ama bu güçlerden insanın kendini kurtarması yine de mümkündür. Yazarın da dediği gibi, insan, oluşum süreci içinde, bu zorlayıcı güçlerin baskısından kurtulur, kurtulabilir.

Bu zorlayıcı güçlerden ilki tabiattır. Yukarıda da natüralizm denen tabiat zindanı, insanın akıbetini belirleyen unsurlardan biridir. Çölde yaşayan veyahut dağda yaşayan birinin kişiliğiyle şehirde yaşayan birinin kişiliği bir olmaz. Yine günümüzde deprem ülkesinde yaşıyor olmamız, bizim hem gündelik hayattaki maddi yönelimimizi hem ruhsal halimizi belirleyebilir. Bu, tabiatın belirleyiciliklerindendir. Keza adada yaşayanla karada yaşayan arasındaki doğa kanunları farklı olabilir. Okyanus kıyısı ile yüksek rakımın farklı doğa belirleyicilikleri söz konusu olacaktır. Her ne olursa olsun tabiatın insan üzerinde oluşturduğu baskılar ve zorlamalar vardır ve bundan kurtulmak için mücadele gerekir.

Ali Şeriati, bu mücadelenin temelinde bilme eyleminin, bilginin olması gerektiğini iddia eder. Ona göre doğayı tanıma veya bilim, insana, bilimin önderliği ve yaratıcı gücü sayesinde teknoloji meydana getirme imkanını sağlamıştır. Teknolojinin (uygulayımbilim) sadece bir vazifesi vardır: İnsanı doğanın baskısından kurtarmaktır. Mesela, ormanda görülen bir ayıdan insanın bilgi sonucu dizayn edip ortaya çıkardığı bir silahla kurtulabiliriz.

İKİNCİ ZİNDAN: TARİH

İnsanın zindanlarından ikincisi ise tarihtir. Ali Şeriati, bu zindan kurtuluş reçetesini şöyle verir: İnsan, tarih adı altında büyük bir gücün elinde gerçekten oyuncak olduğunu, Tarih bilimi ve Tarih Felsefesi ile tarihin akışını, tarihin akışına egemen olan kanunları kavrayabileceğini, tarihin ne gibi etkenleri olduğunu ve bu etkenlerin insan beninin ve insanların yapısında, iradesinde, duygu yapısında ne gibi etkileri olduğunu bilebilirse, ikinci zindan olan tarih zindanından kendini kurtarma yolunu bulabilir. Günümüz dünyasında öyle toplumlar görüyoruz ki, göçebe boylar halinde yaşamaktayken, kölelik aşamasındayken, tarihe karşı görünen bir devrim ile ansızın kendilerini ileri ve burjuvazinin ötesinde yer alan bir aşamaya ulaştırabiliyorlar. Bu, tarihe karşı bir başkaldırma demektir. Bu, tarihin determinizminden, tarihin determinizmini tanıyarak, Tarih’in akışını ve Tarih’in determinist yasalarını kavrayarak kurtulmak ve toplumu da kurtarmak demektir.

ÜÇÜNCÜ ZİNDAN: TOPLUM

Üçüncü zindan ise toplumdur. Ali Şeriati, geçmişte her bireyin toplumunun gerektirdiği ölçüde geliştiğini söylüyor. Örneğin geçmişte toplum düzenlerinin döktüğü kalıplar içinde koşullanıp biçimlenmiştiler ve bu kalıplar içinde tefekkür ediyorlardı. Ancak bugünün insanı bilinçli bir düşünceyle dinini seçebilir ve yine bilinçli biçimde reddedebilir. Görüyoruz ki üçüncü zindandan da insan bilim sayesinde, toplumsal savaşımın yöntemlerini bilerek kurtulabilir. Teknoloji nasıl doğa ile savaşımın ifadesi ise, ideoloji de toplumsal düzenlerle savaşımın toplumbilim aracılığı ile elde edilen ve onda temellenen Teknolojisi (Uygulayımbilim) demektir.  

DÖRDÜNCÜ ZİNDAN: KENDİM

Dördüncü ve son zindan tabiat, tarih ve toplum gibi dış etkenlerden değil, insanın kendi içinden gelen bir zindandır. Bu büyük mütefekkire göre bu zindan, kendim zindanıdır ve zindanların en kötüsüdür. İnsan, bilimin etkisiyle bugün diğer bu üç zorlayıcı gücün baskısından her çağdakinden daha fazla kurtulmuştur. Ancak insan, kendinden bilimle, teknolojiyle kurtulamaz. Çünkü bilginin kendisi de tutsaktır. Kendi zoru içinde tutsak olan insan, doğaya egemen olsa bile yine de silahlı bir acizdir. İnsan bu zindandan sadece aşkla kurtulur.  

Yazar, burada tasavvufi, sofiyane bir aşkı kast etmemektedir. Zaten ona göre onlar da başlı başına başka zindanlardır. Aşk, burada muktedir bir güç anlamında kullanılıyor. Hesapçı ve oportünist akıldan yüce bir güç gerekir ki benim öz benliğimde, bende bir güçlü iç patlama koparsın, içimden kendime karşı bir devrim kopsun, yoksa bu iş doğal yasalar ile olmuyor, içten bana karşı bir baş kaldırma kopmalı! Bu dördüncü zindan benim bir iç parçam durumundadır. İçten bir patlama geçirmeliyim, tutuşmalıyım. İşte Ali Şeriati, aşkı bu şekilde tanımlıyor.

Aşk zindanından kurtulmanın ahlaki olduğunu ifade eden Şeriati, bu davranışta mantık aranmayacağını ileri sürer. Hiçbir şey ve hiçbir karşılık istenmeden yapılan bu davranışlar, bu özelliklerinden ötürü ahlakın özüne de uygundur. Büyük mütefekkire göre ‘O da bizi sevsin’ diye başkasını sevmek, ‘Onun sevgisi bize birtakım olanaklar tesis eder’ diye birine sevgi beslemek ya da ihtiyaçlarımızı karşılamak amacıyla duyduğumuz ve ismine aşk dediğimiz şey, esasında alışverişten ibarettir. Hakiki aşk her şeyi bir hedef uğruna gözden çıkarmak ve karşılığında hiçbir mükafat istememektir. Başka biri ‘Yaşasın’ diye kendine ölümü seçmesidir. Kısacası insanın kendini feda etmesidir. İşte bu safhada özgür insan meydana gelir ve bu en yüce insan olma aşamasıdır. Hülasa kendim zindanı, tabiat, tarih ve toplum zindanı gibi bilgiyle değil, fedakarlıkla ve ahlaklı olmakla aşılabilecek bir duygudur.

Ali Şeriati sözlerini, “O özgür kılıcı, yaratıcı, bilinçli insan; Doğa, Tarih ve Toplum düzeni zindanlarından bilim ile kurtulur. Dördüncü zindandan ise din ile kurtulur, aşk ile kurtulur.’ cümlelerini sarf ederken Hintli filozof ve siyasetçi Sarvepalli Radhakrishnan’dan alıntıladığı şu ifadelerle noktayı koyar: “Biz insanlar, insan olma ödev ve sorumluluğu ile, bir iş birliği andına çağrılıyız. Nasıl bir ahd ve and? Öyle bir and ki, bu and ile insan, Tanrı ve aşk, başka bir yaratış ve başka bir insan için koyulurlar. Budur insanın sorumluluğu.”

YAZAR BİLGİSİ
Adıyaman Gölbaşılı bir ailenin çocuğu olarak 1978 yılında Mersin’de doğdu. Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Felsefe bölümlerinde lisans; Ankara Hacıbayram Veli Üniversitesi Ortaçağ Tarihi alanında yüksek lisans öğrenimlerini tamamladı. Trabzon, Rize illerinde Gümrük Muhafaza Memurluğu görevinde bulundu, halen bu görevini Ankara'da sürdürüyor. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Işıklar, 1 kız çocuğu babasıdır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız