Adam Philips’in Kaçırdıklarımız Yaşanmamış Hayata Övgü Kitabının Değerlendirmesi

Adam Philips’in Kaçırdıklarımız Yaşanmamış Hayata Övgü Kitabının Değerlendirmesi
Adam Philips’in Türkçe’ye Kaçırdıklarımız olarak çevrilen psikolojik kitabı, Türkiye’de ilgi gören kitaplardandır. Aslında daha fazla ilgi görebilirdi ama kâh çevirmen kâh yayıncı kâh belki de yazarın kendi dilindeki kopukluklardan dolayı okuyucuyu sarmayan noktalara da sahip. Kaçırdıklarımız, Nisan 2024 itibariyle on ikinci baskıyı gerçekleştirmiş.
168 sayfaya sahip olan kitap, kendi özgün dili İngilizce ’de 2012’de basılmış. 1954 doğumlu Britanyalı psikanalist Adam Philips, 2003’ten beri Penguin Modern Klasikler serisinde yayımlanan Sigmund Freud çevirilerinin editörlüğünü de yürütüyor. Zaten bu kitapta da sürekli Freud’un görüşlerine atıfta bulunuyor.
Kitap, öncelikle anlaşılması zor bir dile sahip. Okuyucuya aktarılırken yayıncı Metis’in daha anlaşılır bir dile çevrilmesi gerekiyordu. Muhtemelen kendi dilinde de kopuk anlatıma sahip ama denildiği üzere yayıncı ve çevirmen, bunu daha anlaşılır kılabilirdi. Örneğin kitabın başından sonuna neredeyse ara cümleler hiç bitmedi. Cümlenin ortasına parantez veya çizgi içi ara cümleler serpiştirilmiş. Bu, bir cümlede iki cümle demektir ki tek tük olması kabul edilebilir ama kitap boyunca bu yola başvurulması talihsizlik. Söz konusu yöntem, cümle içinde cümle çıkartılıp anlam kopukluğuna sebep oluyor. Yani Nasreddin Hoca’nın “Senin kazan doğurdu” fıkrasının “Senin cümle doğurdu” versiyonu gibi bir durum söz konusu. Kimse kızmasın, cümlenin doğurduğuna inanılıyor da öldüğüne neden inanılmasın? Hocanın kazanından tek farkı var, buradaki cümleler, doğurdukça anlamı ve kavramayı öldürmüş. Kavrayamama üzerine adlı bir bölümü bulunan kitabın kavramama üzerine bol ara cümleli kullanımlarda bulunması da manidar. Aslında kavrayamamayı da başarılı bir yordamla ele almış. Fakat kitapta Adam Philips’in de dediği gibi belki de kavrayamamak, kavramayı öncelemiş.
KİTABIN BÖLÜMLERİ
Kitap, altı bölümden oluşuyor. Aslında ilgi çekici ve güzel konulara sahip. Örnekleri, Shakespeare’in Kral Lear, Othello gibi eserleri ve yine birçok yazarın kitapları üzerinden alıntılarda bulunarak vermesi güzel düşünülmüş bir yöntem. Zira, bir görüşü veya konuyu karşıdakine başarıyla aktarmanın en güzel yöntemlerinin başında örneklem gelir. Fakat bunun, eğer açıklayıcı bir üsluba girilmezse, o kitapları ve yazarları okumayan okurlar için handikabı bulunuyor. Bundan dolayı verilen örnekler, detaylı izaha muhtaç durumda.
Ancak çok kaynaklı atıfların aşırı olması diğer yandan da dezavantaj oluşturuyor. Çok fazla atıfta bulunma okurda “Hadi bana inanmıyorsunuz ama şu yazar da şöyle diyor.” algısı oluşturabilir. Okuyucu, eline aldığı kitapta bilgili, o türe hâkim, kendine güvenen yazar ister. Elbette bilimsel içerikleri de barındıran bir eserde kaynaklar, eserin ciddiyetini ve inanılırlığını artırır. Ama kişisel görüş içeren kitaplarda okur, alıntıda bulunulan kişiden çok yazardan bir şeyler ister. Adam Philips, bunu birçok yerde verse de azımsanmayacak sayıda da kendinden çıkıp diğer görüşlere noktalanıyor.
Kitabın, psikolojik bir alanı anlatırken felsefi dile de girdiği noktaları olmuş. Bu dil, elbette bir romandan, kişisel gelişim kitabından, denemeden ağır olacaktır ama ağır dil, anlaşılmaz dil demek değildir. Anlaşılarak da psikoloji ve felsefe sunumları yapılabilir.
Özetle Kaçırdıklarımız, soyut izahtan somut izaha geçişlerde eksiklikleri olan, kendi olmakta zorlanan bir kitap görünümünde. Kitabın da dediği üzere, kim bilir hüsran tatminden önce gelmiştir.
Bunların haricinde ruhsal durumu anlatan ve ifade eden önemli kavram ve hallerin üzerinde de güzel aktarımlar söz konusu. Örneğin birinci bölümde ele alınan hüsrana detaylıca değinilmiş. Hüsranın ne olduğu, hüsran türleri, yaşanılanlar veya yaşanılmayanlar üzerinden hüsran başarılı işlenmiş. Okur, burada kendi hüsranını göz önüne getirmiş olmalı, hüsran konusunda geniş çerçeveli bir anlatım yapılmış.
İkinci bölüm ise kavrayamamak üzerine ele alınmış. Bu bölüm, hüsran ile iç içe aktarılmış. Kitabın üstünde en fazla durulan bölümü olarak göze çarpıyor. Bu bağlantı, başarılı biçimde işlenmiş.
Üçüncü bölümde insanın yanına kâr kalmasına temas edilmiş. Adam Philips, örneğin iktidarların sık uyguladığı bir yöntem olduğunu “Yaptıkları yanına kâr kalmış olanlar yargılanmalarına yol açacak değer yargılarını değiştirirler.” cümlesiyle ifade etmeye çalışılmış. Sadece bu örneği bile erk psikolojisini anlatmak için önemli. Kitapta nokta atışı görüşlerden biri olarak değerli bir tespit.
Kitabın dördüncü bölümü, çıkıp gitmek üzerine başlığı ile işlenmiş. Mesela çocukların çocukluktan çıkmaları bu açıdan değerlendirilmiş. Kitabın etkili cümlelerinden biri de Freud’dan aktarımla “Sevgi nefretle başlar. Sevgiyi önceleyen, ne istemediğimizi, neyin dışına çıkmak istediğimizi bilmemizdir.” cümlesi denebilir. Çıkıp gitmek üzerine önemli bir nakil olmuş.
Kitabın beşinci bölümü tatmin üzerine başlığını taşıyor. Burada da hayal dünyamızda gerçekleşen tatmin duygusunun üstüne başarılı ifadeler söz konusu. “Bilinçdışı fantezi dünyasında yaşayan ‘haz beni’ her tür bilgiyi haiz tatminkâr bir hedonist, “gerçeklik-beni” ise bir pragmatisttir.” görüşü, tatminin zihin dünyamızda gerçekleşebileceğini ileri sürüyor. Oysa reel hayatta fantezimizdeki gibi bir sınırsızlık olmadığından ve dış dünya tepkileri olduğundan çoğu zaman elde edilecek faydaya göre hareket ederiz.
Altıncı bölümü ise delilik üstüne değinmiş. Burada deliliğin, gelişimi nasıl olursa olsun, yapımızda var olduğunu ileri sürmesi, dikkate değer bir yorum.
Ele aldıkları hususlar, bazı noktalarda başarılı biçimde yorumlanırken bazı yerlerde de nakıs kalmış. Kitabı okumak isteyenlere, ağır ilerleyebileceği ihtimalini hesaba katmalarını hatırlatmakta yarar var. Belki kılavuz niteliğinde bir kitap değil ama yine de özellikle psikanalize ilgi duyanların ellerinin altında, gözlerinin önünde olması gereken bir kitap.
KİTAPTAN ALINTILAR
Yine de kitapta satır aralarında kayda değer görülerek yakalanan birçok önemli notlar da yok değil. İşte o satır başları:
BİRİNCİ BÖLÜM: HÜSRAN ÜZERİNE
Sayfa 11: Trajik kahramanlar başarısızlığa uğramış pragmatistlerdir. Hedefleri gerçekdışı yöntemleri ipe sapa gelmezdir.
Sayfa 12: Yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır.
Sayfa 13: Arzunun yarattığı sıkıntı ve güçlükler hüsrandan doğar; bir şeyi tercih ettiğimizde başka bir şey yüzünden hüsrana uğrayabiliriz. Dolayısıyla hüsrana katlanıp katlanamayacağımız ya da bunu isteyip istemediğimiz son derece belirleyicidir.
Sayfa 16: Zorba bizden kendisine vermek istemediğimiz bir şeyi talep eden kişidir. Ve ölüm de bu anlamda zorba diye tanımlanabilir.
Yorum: Hayat, herkesin vermek istemediği bir şey midir? Bazıları da hayatı vermek ister. İntihar edenler buna örnektir.
Sayfa 20: Nasıl ki kesinlik şüpheciliğe çare değilse tatmin de hüsrana çare olmaz.
Yorum: Gayet yerinde bir tespit. Kesinlik, şüpheciliğe çare değildir. Öyle olsaydı bazen insanlar, gözüyle gördüğüne dahi şüpheyle bakmazdı. Birçok ruhsal rahatsızlıkta ortada olmayanlar varmış gibi gözükür. Bir kısım ruhsal rahatsızlıkta ise ortada olanlar, göz önünde olanlar dahi, bazı kişilerde şüpheyi ortadan kaldırmıyor.
Sayfa 21: Hüsran olmadan tatmine ulaşılmaz. Ayırdına varılmamış, ortaya koyulmamış bir hüsrana ne çare bulunur ne de varlığı kabul edilir; bağımlılık daima hüsran bağımlılığıdır.
Yorum: Bir gelişmeden beklenen hazzı almak için öncesinde başarısızlık veya çetin mücadeleler olmalı. Hiçbir engel ve sorunla karşılaşmadan ulaşılan sonuç, tatminkâr hissi oluşturmaz.
Sayfa 22: Biri sizi hüsrana uğratabiliyorsa ona değer verdiğinizi bilirsiniz. Lear en çok Cordelia’yı sevdiği için onu en çok üzen Cordelia’dır ve oyunun sonunda da Lear en büyük kaybının o olduğunu fark eder.
Yorum: Hayal kırıklıkları, en yakınımızdan ve değer verdiklerimizden oluşur. Aynı eylemi iki farklı kişi yaptığında aynı tepkileri vermeyiz. Bize yakın olanın yıkımı daha fazla olur.
Sayfa 23: Lear kadınlar tarafından sevilmeden yaşayamaz, ama sevgiyi bu şekilde talep ederek yaşaması da imkansızdır. Sevgi talebi her zaman sevgi konusunda bir şüphe içerir ve tüm şüphelerin temelinde de sevgi şüphesi yatar.
Yorum: Birinin sizi sevmesini istemek, bu konuda beklenti oluşturacaktır. Söz konu beklenti de kuşkuya yol açabilir. Sevgi dilenciliği de kontrol altında tutma arzusu oluşturacaktır.
Sayfa 25: Lacan bu durumu mübalağalı bir ifadeyle, “Aşk sahip olmadığınız bir şeyi var olmayan birine vermektir,” diye betimler.
Sayfa 25: Muhtemelen bu psikanalitik hikayeler en sade şekliyle (en az) dört hüsran türü olduğunu söyler: hiç var olmamış bir şeyden mahrum kalma hüsranı; hiç sahip olunmamış bir şeyden mahrum kalma hüsranı (o şey var olmuş olsun olmasın); bir zamanlar sahip olunan bir şeyden mahrum kalma hüsranı ve son olarak da bir zamanlar sahip olunan ama tekrar elde edilemeyen bir şeyden mahrum kalma hüsranı. Bu hüsran çeşitleri kuşkusuz aynı otlakta biter ve birbirlerinden ayrılmaları her zaman mümkün değildir.
Yorum: Yazarın da dediği gibi bahse konu durumların birbirlerinden ayrılmaları olanak dahilinde değildir. Neticede sebebin değil, sonucun tesiri önemlidir. Sonuç da her seferinde aynı duyguyu, yani hüsranı oluşturur.
Sayfa 28: Buna müteakip art arda ortaya çıkan üç çeşit hüsran vardır: İhtiyaç hüsranı, fantazisi kurulan tatminin yaşanmamasının yol açtığı hüsran ve gerçek dünyada yaşanan tatminin arzulanan, fantazisi kurulan tatminle örtüşmemesinin yarattığı hüsran. Üç hüsran, üç rahatsızlık ve iki hayal kırıklığı. B aşka bir bağlamda buna kümülatif travma -arzunun kümülatif travması adı verilmiştir. Ve bunlar süreç doğru işlediğinde yaşananlardır.
İKİNCİ BÖLÜM: KAVRAYAMAMAK ÜZERİNE
Sayfa 39: Büyüme dediğimiz süreçte kavrayamamanın kavramaktan önce geldiğini hatırlamakta fayda var. Hüsran tatminden önce gelir, onun önkoşuludur. Kavrayamamak kavramayı önceler, bizi kayıplarımızla ilişkilendirir ve erken dönemde kelimenin gerçek anlamıyla yaşadığımız kavrayamama deneyimlerinin mahiyetini sorgulamamıza sebep olabilir. Kavrayacak bir “şey” olduğunu bilmediğimiz zamanlardır bunlar, dolayısıyla aslında kavrayamadığımız da söylenemez; başka bir şey yapıyoruzdur.
Sayfa 71: Kavrayamamak arzu edildiğinde -hayatımızda kavrama isteğinin dikkat dağıtıcı bir etken olduğu alanları belirleyebildiğimizde- onu ifade etmek için doğru terimleri de bulabiliriz. Her daim kavrama isteği duymayanların hangi sınırları savunmak zorunda kalacağı ve bunun yanlarına kar kalıp kalmayacağı sorusu, düşünmeye değer bir konu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: YANINA KÂR KALMAK ÜZERİNE
Sayfa 76: Peki yanına kar kalan insanları göklere çıkardığımızda neyi göklere çıkarır, kınadığımızda neyi kınarız?… Bu terim, kurallara uyulmadığı halde ceza görmemek -beklenilen sonuçlardan, alışılmış kısıtlamalardan yırtmak anlamına geliyorsa, kuralların varlığı da kabul ediliyor demektir. Olağan koşullarda gözetim altında olduğumuzu, birinin gözünün üstümüzde olduğunu, kendi kendimizin efendisi olmadığımızı, o muğlak tabirle birinin “bize baktığını” ima eden bir deyiştir bu. Bu sebeple, göreceğimiz üzere, bir şeyin yanımıza kar kalması yaşayabileceğimiz en şaşırtıcı deneyimlerden biridir. Freud ‘ un belirttiği gibi, çocuğun anne babasına söylediği ilk başarılı yalan –ebeveynlerinin onun zihnini okuyamadıklarını ve dolayısıyla da alimi mutlak varlıklar olmadıklarını kendine kanıtladığı an- bağımsızlığının ilk anıysa, aynı zamanda terk edilmişliğiyle de yüzleştiği andır bu.
Sayfa 77: İlk başarılı yalanını söyleyen çocuğu düşünün: Hem aynı yerde yaşıyordur hem de artık bambaşka bir yerde.
Yorum: Bir şeyin yanımıza kâr kalması, zihnimizde suçlu olduğumuzu da kabullendiğimiz anlamına gelir. Suçu veya kabahati işleyen kişi, dolayısıyla bir mahkemenin, kanunların, toplum vicdanının ve birçok unsurun kendisinin otoritesi olduğunu da kabul etmiş olur. Ancak kişinin süreç içerisinde bundan rahatsızlık duyması da muhtemeldir. Bu durumda ya mahkemenin ve kanunların karşına çıkarak bu yanına kâr kalma durumunun kaldırılmasını isteyebilir ya işlenen suç, yasa karşısında ceza gerektirmese bile, toplumun vicdanında tartıya çıkıp toplumdan af yahut ceza isteyebilir ya da kendi vicdanı tarafından kendini cezalandırabilir. Tüm bu durumlar, yanına kâr kalmayı kaldırabilecek hususlar mıdır? Zamanın geride kalan dilimi için hayır ama sonraki dilimi için evet.
Sayfa 77: Yanınıza kar kalan şey arzu nesnesi ve cezadan kurtulmaktır.
Sayfa 81-82: Bir şeylerin yanımıza kar kalmaya meyilli olduğu yer zihnimizdir… Zihnimiz aynı zamanda, en azından Freudcu anlatıda, Hamlet’in de dile getirdiği gibi kimsenin yanına hiçbir şeyin kar kalmadığı yerdir. Psikanalizin şüphe bırakmadığı meselelerden biri de düşüncelerimiz dahil hiçbir şeyin yanımıza kar kalmayacağıdır; yanımıza kar kalmamasının adına “suçluluk” deriz.
Sayfa 85: Yaptıkları yanına kar kalmış olanlar yargılanmalarına yol açacak değer yargılarını değiştirirler.
Yorum: İktidarların ve güç sahibi erklerin en başarılı manipüle yollarının başında bu değer yargılarını değiştirmek gelir.
Sayfa 91: İnsanların yaptıklarının yanlarına kar kalmasına engel olmaya çalışmak önceki otoritenin yeniden devreye sokulmasıdır. Muhafazakarlıktır. Ancak yanına kar kalma mefhumu da -kanunu değiştirmeyi değil atlatmayı hedeflediğinden- statükoyu muhafaza eder. Amacı kanunun zayıf noktasını bulup onu olduğu yerde tutmaktır, onu gizlice alt etmektir; kanunu delerken aynı zamanda delmemenin hazzını korumaktır… Kanun, açık etmediğim takdirde kendisini çiğnememe izin vermiştir sanki; kadiri mutlak olmayarak kanunu çiğnememe suç ortaklığı yapmıştır.
Yorum: Bir anlamda mevzuattaki açıktan yararlanma söz konusudur. Yine de bir şeyin yasal olması, onu ahlaki yapmaz, doğru ve haklı kılmaz. Yasal olan veya yasaya takılmayan her şey helal ve ahlaki değildir. Bu anlamda kamu vicdanının devreye girip bu kabahati kınama, tecrit etme gibi tepkilerle cezalandırması gereklidir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ÇIKIP GİTMEK ÜZERİNE
Sayfa 102: Sanırım çocuklar, iple çekilen birtakım deneyimleri yaşayabilmek için büyümek isterler ve sanırım çocukluktaki ve ergenlikteki okuma deneyimlerinin cazibesi ve gücü, bu okumaların birtakım olasılıkları ortaya koymasından gelir.
Yorum: Çocuklar, büyümek isterken ki çoğumuzun çocukken istediği de buydu, çocukluktan çıkıp gitme arzusu ağır basar.
Sayfa 105: Deneyimlemediğimiz şeyleri deneyimlediğimiz şeylerden daha iyi biliyor göründüğümüz durumlardan biri gerçekten de çıkıp gittiğimiz anlardır. Bir ilişkiden çıktığımda -dürtümü bastırdığımda- bunu yapmazsam ne olacağını biliyormuş gibi davranırım.
Sayfa 110: Psikanalist Michael Balint’ in Freud eleştirilerini ele alırken dile getirdiği gibi, ne zaman bir şeyden kaçsak başka bir şeye doğru koşarız.
Yorum: Başka şeye de koşsak koşan aslında yine kendin olduğundan değişen sadece olayların değişik versiyonudur.
Sayfa 112: “Saplantı Nevrozuna Yatkınlık” (1 9 1 3) başlıklı yazısında Freud, “ahlakın kaynağını çıkarsarken, gelişim sıralamasında nefretin sevgiden önce geldiğini göz önüne almalıyız,” derken, bir şeyden -mesela gereksinim duyulan bir insanla kurulan ilişkiden kurtulma, çıkıp gitme isteğinin hep o şeyin (bu bağlamda ilişkinin) içine girme isteğinden önce geldiğini söylüyordu. Nefret sevgiyi önceliyorsa ilişkiden çıkmak da ilişki içine girmeyi önceler ve Freud ahlakın kaynağında bunun yer aldığını belirtir. Sevgi nefretle başlar. Sevgiyi önceleyen, ne istemediğimizi, neyin dışına çıkmak istediğimizi bilmemizdir.
BEŞİNCİ BÖLÜM: TATMİN ÜZERİNE
Sayfa 116-117: Bilinçdışı fantezi dünyasında yaşayan “haz beni” her tür bilgiyi haiz tatminkâr bir hedonist, “gerçeklik-beni” ise bir pragmatisttir. Bir başka deyişle, tatmin her zaman için fantezi dünyasında zaten gerçekleşmiş olur.
Yorum: Örneğin gerçekleşmeyeceğini düşündüğümüz bazı idealarımızı hayal etmek bile bizi ferahlatır. Çünkü zihin tatmin olarak rahatlamıştır. Bir sonraki gündemimize kadar bu tatminkâr durum işimizi görür. Birçok tekrardan sonra ise söz konusu idealar sönüp unutulabilir. Yerini başka hayal ve idealara bırakır. Aslında kişi, kendisini ikna edebilir. Ama benliğimize kaos daha kolay geliyor. Zira kaos, korkudan beslenir. Korku da canlının en güçlü ve hazır duygusudur.
Sayfa 121: Psikanalist Joseph Sandler’ın biraz basitleştirilmiş bir formülle dile getirdiği üzere, acı çekmek ben ile ben ideali, olduğumu düşündüğüm kişiyle olmak istediğim kişi arasındaki mesafenin sonucudur.
Yorum: Kişi, eğer acıyı ortadan kaldırmak istiyorsa ya ideal benden vazgeçecek ya da ideal bene ulaşmak için sabrederek arzulara geçici gem vurup o ideal için çalışacak. Üçüncü yol ise ideal benden vazgeçmeli, yani sönme duygusuna sahip olmalıdır. Bu da tatmin olamama duygusuna dönüşebilir. Neticede bu da bir acıdır.
ALTINCI BÖLÜM: DELİ ROLÜ ÜZERİNE
Sayfa 145: Ama gerçek delilik toplumsal bağları koparır ve deli rolünün böyle bir şeye yol açmaması gerekir. Deli birinin toplumsal ilişkileri deliliğin tanımı gereği tutarsızdır, oysa söylediğim gibi, deli rolünün merak uyandırması icap eder. Deli rolü yapmak insanların ilgisini celp etmeyi ve bu ilgiyi canlı tutmayı gerektirirken, deli olmak sürekli ilgiyi kaybetmenin eşiğinde durmak ya da zaten çoktan kaybetmiş gibi yaşamaktır- veya ilginin geri kazanılması asla mümkün değilmiş gibi. Deli rolü yapmak insanların ilgisini başka türlü çekmekle alakalıdır.
Sayfa 146: Tiyatroda delilik temsil edilir, drama canlandırılır ve seyirci -en azından modem zamanların kibar seyircisi- dinler. Tabii ki oyunun bir metni vardır; psikanalist hastaya kendi metnini deliliğine karşı savunma amacıyla nasıl kullandığını gösterir. Psikanaliz, en azından niyet itibariyle, fiilen tedavi edici olmayabilse de sağaltıcıdır; amaçları teatral performansla sınırlı değildir. Bu sosyal ilişkilerin birinde dinleyen kişi para alır, diğerindeyse para verir. Psikanalistlik mesleğinin de tiyatro dünyasının da mutabık olduğu konu, delilerin dinlemeye değer olduğu ve hatta en fazla dinlemeye değer insanlar arasında onların yer aldığıdır.
Sayfa 150: Delilik, potansiyelimizin bir parçasıdır; ister (bazı psikanalistlerin inandığı üzere) deli doğuyor, isterse (şimdilerde pek çok insanın inandığı gibi) genetik olarak delilik eğilimi taşıyor olalım, delilik tabiri caizse yapımızda vardır. Hiç kimse delilik olasılığından muaf değildir ve bunu kaldırabilen herkes delilerde kendilerine benzer bir unsur görür.
Yorum: İnsan, yapısı gereği arızi bir varlıktır. Her insan her türlü huyu içinde barındırır. Korkaklık, cesurluk, karamsarlık, umutlu olma hali, neşelilik, asık suratlılık vs. Bu huyların kimi azdır kimi fazladır. Bazen az kullanılan huyun arttığı, çok kullanılan huyun azaldığı dönemlere denk gelinirse “Çok değişti, eskiden böyle değildi” yorumu yapılır, oysa her insanda her huy gizlidir. Bu anlamda sık kullanılan tabiriyle insanın ters anına gelirse bu arızi, bu deli yönleri de devreye girebilir. Adam Philips’in dediği gibi kimse delilik olasılığından muaf değildir. Çıldırma, kendinden geçme, içe kapanma, geri çekilme, saldırganlaşmadan biri veya birkaçı bile bu deliliğe yol açabilir. Ki bu durum geçici de olabilir kalıcı da… Keza, sadece insan değil, hayvanlar da arızi varlıklardır.
KİTAPTA BAHSİ GEÇEN BAZI KELİMELERİN ANLAMLARI
Satisfaction: Tatmin anlamına geliyor. 15. yüzyılın başları,satisfien, “tövbe etmek”, ayrıca “yatıştırmak, yatıştırmak” anlamlarındadır. Satis “yeterli” (PIE kökünden) *sa-“tatmin etmek”) +facere”yapmak, yapmak, gerçekleştirmek” (PIE kökünden)*dhe-“koymak, yerleştirmek”).
“Tatmin veya memnuniyet sağlamak” anlamı yaklaşık 1600’den itibarendir.[1]
Adopt: Evlat edinmek. Köken anlamı benimsemektir. Latince’denadoptare” kendisi için seçmek, kendi isteğiyle almak, seçmek, evlat edinmek”
OED: Oxford English Dictionary.
Oidipus Kompleksi: Sigmund Freud’un teorisine göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenerek kendi cinsindeki ebeveyni devre dışı bırakma sendromu. Çocuk, karşı cinsteki anne veya babasını, kendi cinsindeki anne veya babasından kıskanacak duygular taşır. Hastalık, adını Yunan mitolojisinden alır. Oidipis veya Oedipius, Thebai’nin mitolojik kralı olan babası Laios’u öldürüp annesi İokaste ile evlenir. Antik Yunanca’da Oidipous, “şişik ayaklı” demektir.
Epistemofili: Aşırı ölçüde bilgi sevgisi anlamına gelen Yunanca kökenli sözcük. Epistḗmē, bilgi; philia, ise sevgi demektir.
Kinizm/Sinizm: Köpekçi anlamına eğliyor. Arapçası kelbiyedir. Değerleri önemsemeyen, erdeme ve mutluluğa değerlerden sıyrılarak kendi kendine erişilmesini savunan kişi. Örneğin Sinoplu Diyojen…
Just for you: İngilizcede just hem sadece hem de adil manalarında gelmektedir.
Affair: Hem aşk hem de konu, olay gibi anlamlara gelir.
Okültasyon: Saklama anlamına ek olarak esrarengiz, gizemli gibi manaları da var. Deneyimden sakınarak onu gizleme, ona gizem katma yoluna evrilmiştir. Latince occultus, “gizli, örtülü” demektir.
İnsanity: Akıl hastalığı manasındadır. Latince kökenli insanitatem (yalın hali insanitas) “sağlıksız, hastalık” demektir. Nitelik ismi ise çılgın anlamına gelen insanustur.
Psikanaliz: Psikanaliz ruhsallığın farklı boyut, süreç ve derinliklerini araştıran bir bilim dalıdır. Ruhsal bozukluklar hususunda etkili bir tedavi yöntemidir. Adı üstünde ruhu tahlil ederek sorunun kaynağına ulaşmayı amaçlar.
[1] Kaynak: https://www.etymonline.com/word/satisfy
NOT: Tanımlamalar ve makaleler, muslumisiklar.com’a aittir. Site yönetiminden izin alınmaksızın başka bir yayın organında yayımlanamaz, çoğaltılamaz ve link verilmeden kullanılamaz.
Müslüm Bey emeğinize sağlık…Kitabı okurken bunların farkıda değildim açıkcası.